27 Temmuz 2011 Çarşamba
Pencere
"Ey dost, ey kardeş, ey herkes! Yazın tarihini gül soykırımının"*
Ve tekrarladım sonra
"Bir pencere yeter bana"*
*Furuğ Ferruhzad
25 Temmuz 2011 Pazartesi
23 Temmuz 2011 Cumartesi
Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi
"Bu fotoğrafhanelerde hiç ölülerin resmi yok. Zaten en yakın mezarlık buraya kilometrelerce uzakta. Bu caddede ancak mesut dolaşılabilir. Yalnız bu caddede bulunmak insanı mesut etmeye kafidir. Yaşadığımı, ben de saadetimi düşünmeliyim. Şu kadar dükkanın içinde elbette beni de mesut, hiç olmazsa memnun edebilecek şeyler satanlar da yok değil ya! Şuracıkta kunduralarımı boyatabilirim. Şu kravatı pekala satın alabilirim. Yeni gelmiş şu şiir kitabı bana pekala zevkli saatler geçirtebilir. Ben de pekala şu mesut insanların fotoğraflarını çıkarttıkları fotoğrafhanelerden birine girebilir, ben de mesudum, benim de resmimi çekebilirsiniz diyebilirim. Fotoğrafçı da itiraz edemez, sizin kimseniz yok, fotoğrafı ne yapacaksınız, diyemez. Sorarsa, elbette günün birinde benim de bir sevgilim olabilir. Sizin çekeceğiniz bu en güzel fotoğraf onun çantasının gizli bir köşesinde, güzel kokular içinde yatabilir, derim."
Ziya Osman Seba
Ziya Osman Seba
22 Temmuz 2011 Cuma
Birinci Vazifen...
En möhim düşmanımız fındık farelerine karşı fındık üreticilerimiz rahat uyusun diye varsın sen. Burası yan gelip yatma yeri değil!
21 Temmuz 2011 Perşembe
Boyalı Kuş
".
.
Bazen günler geçer, Ludmilla görünmezdi. O zaman büyük bir kızgınlık, gizliden gizliye kemirirdi Lekh’in içini. Gözlerini kuşlara diker, saatlerce kendi kendine homurdanırdı. Uzun uzun ve günlerce düşündükten sonra en güzel kuşlardan birini seçerdi. Kuşu bileğine bağladıktan sonra, bir sürü birbirine karıştırıp kokulu bir boya elde eder, değişik renklerde, kutu kutu hazırlardı bu boyadan. Sonra kuşun başını, kanatlarını, boynunu ebemkuşağı renkleriyle bezer, tüylerine bir demet yabani çiçeğin gözkamaştırıcı parlaklığını verirdi.
Sonra ormanın içine yürürdük birlikte. Eper ilerledikten sonra Lekh durur, kuşu bileğinden çözüp bana verir ve ayaklarından tutarak sallamamı isterdi. Boyalı kuş söylenir durur, bağrışına gelen bir sürü kuş tepemizde dönmeye başlardı. Onlara ulaşmak isteyen tutsak debelenir, bütün gücüyle öter, boyalı boynunun içinde kalbi delice atardı.
Tepemizde yeterince kuş toplandığına inanırsa, Lekh bir işaretle tutsağı koyvermemi isterdi. Bulutların üstündeki küçük ebemkuşağı, mutlu ve özgür, kardeşlerinin gürültücü sürüsüne katılırdı. Diğerleri bir süre şaşkın bakarken benzerini görmekleri kuş, boşu boşuna kendilerinden biri olduğuna onları inandırmaya çalışırdı. Parlak renklerin iyice şaşırttığı kuşlar onu kuşkuyla inceler, sonra birbiri ardına saldırıp boyalı tüylerini gagalayıp yolmaya koyulurlardı. Tüysüz ve kan içinde kalan zavallı kuş havada duramaz düşerdi. Aynı sahne sık sık tekrarlanır, kurbanlarımızı hep ölü buluduk. Gövdelerindeki gaga izleriyle yaraları dikkatle yayar, renkli kanatlardan sızan ve boyaya karışan kan, kuşçunun eline bulaşırdı. Ama Deli Ludmilla gelmezdi bir türlü. Hayal kırıklığına uğramış somurtuk Lekh, kuşları birer birer kafesten çıkarıp boyar, acımasız, benzerlerine teslim ederdi onları.
.
."
20 Temmuz 2011 Çarşamba
Masal Zamanı
Az veya çoktu kimi zaman yükü ama eksik olmadılar hiç sırtından. Ağır veya hafif yükü ile beraber yürüdüğümüz yolda bana anlatacak masalları vardı hep. Masal diyorum çünkü çok küçük yaşlardan bu yana bana anlattığı çoğu şeye bir masaldan daha çok şaşırıyorum. Hafızam sakat olduğundan dinlediğim ve şaşırdığım çoğu masalını unutuyorum ama daha yeni anlattığı masalını unutmadan paylaşmalıyım.
Irmak kenarına çok yakın bir camiyi gösteriyor bana. Çok eskiden, yakınlarda camii olmadığından yürüyerek buraya geliyorlarmış. Betondan yapılmış, küçük camii o zamanlar ahşaptanmış. Büyük bir sel olduğunda camii sel suları ile beraber zarar görmeden sürüklenmiş. Maden Düzü köprüsüne geldiğimizde, ben Elekçi Irmağı’nı seyre dalmışken biraz ileride bir yeri işaret ederek işte oraya sürüklenmişti camii diyor. Tekrar eski yerine taşıyıncaya kadar kıblesi bile değişmeden sürüklenen bu camiye, sürüklendiği yerden gitmeye devam etmişler.
Onunla beraber yürüdüğüm yolda onun yaşına gelsem bile anlatacak hikâyelerimin azlığına ve sıradanlığına üzülürüm çoğu zaman.
13 Temmuz 2011 Çarşamba
Muhkem misin?
" Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok şey duydum ki! O görmeler yüzünden gözlerim, eşyanın yüzeyinde, ruhu özü örten o ince ve sert kabukta aşındı.Artık hiçbir şeye inanmıyorum, hatta şimdi eşyaların ağırlığından, sabitliğinden, açık seçik gerçeklerden şüphe ediyorum. Avludaki taş havana parmağımla vursam ve sorsam: sabit misin, muhkem misin? - Evet! diye cevap verse bilmem inanır mıyım!"
Kör Baykuş s. 40
Kör Baykuş s. 40
12 Temmuz 2011 Salı
Ben Ettim Sen Etme!
Bunlar sağlıksız şeyler. Yapmayın, etmeyin diye yazıyorum. Kuzineden yeni çıkmış sıcak ekmeğin ortasını açıp içine tereyağı koyup yanında çökelek suyu içmeyin. Ben ettim hem de gayet keyifle ama sen etme :)
Kerb ve Belâ
Umduğu bulduğuna düşman
Seferi bir yastaysam şimdi
O'na dileğim kerb ve belâdır
Kınından çekilmiş öfkeli
Bu ilk belâ ile
O'na yakın olan bana uzaktır.
Meçhul Öğrenci Anıtı
Eğer doğum ve ölüm arası neler yaptığını konuşuyorsak yıllarca, bir önemi olabilir mi doğduğun ve öldüğün günün?
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
-Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.
Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım
O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler
Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek
Ece Ayhan
Ece Ayhan
11 Temmuz 2011 Pazartesi
Leke Oyunları
Express Dergisi'ni takip edenler için yabancı değil bu çizimler.
www.lekeoyunlar.com
www.lekeoyunlar.com
Askeri Spor | Siperde |
Başarı Sansı! | Linç |
Koku | Hedef ve Niyet |
Antreman | Tehdit Algısı |
Manevi Güç | Yufka Yürekli Birlik |
10 Temmuz 2011 Pazar
Şiir Nasıl Diretir
"Yaralıyız yağmur cümle yaralarımızı bağışlar sağaltırsa da"
Hulki Aktunç
Hulki Aktunç
Unutulmaz Bir Şey Var
“Kardeş kavgası”nı önlemenin yolunu kardeşleri öldürmekte bulmuşlardı. Şener Şen’in bir filmindeki gibi pişkinlikle “ sor bakalım niye yaptım “ dediklerinde sorduğumuz “niye?!” sorusunun cevabı elbet “ vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü adına “ olacaktı.
Vatanın ve milletin bölünmezliği adına kardeş katli vacipti.
Bu uğurda yakalanarak çeşitli işkencelere maruz kalıp ölebilir, işkencenin izlerini taşıyan bedeniniz “yasak” olduğu gerekçesi ile ailenize bile gösterilmeden alelacele gömülebilir veya geri dönmek üzere çıktığınız evinize bir daha dönemeyebilir, kardeşleri tarafından kör kuyulara atılan Yusuf misali kendinizi o insafsız çukurların birinde bulabilirdiniz.
Bir daha dönmenize izin verilmeyen evinizde, sağ veya ölü bir umut diyerek yol gözleyen analar, bazı yürekler için hiçbir anlam ifade etmeyecek şeyler söyleyebilirdi:
“ Bir bilebilsem nerede olduğunu. Bir bilebilsem mezarını. Onu çiçeklerle yeniden hayata döndüreceğim. Mezarını kırmızı karanfillere boğacağım “
Kapı duvar kesilmiş suretler karşısında “neden” soruları artık anlamını yitirdi. “Kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılır” cevabına yabancı değildik sonuçta.
“Ayine-i pür tab-ı mücellâda nihanız” demiş şair. Parlak aynalarda bile göremiyorsak kaybettiğimiz onca insanı, katillerini de mi görmeyelim?
* Daha önceleri olmadığı iddia edilen Jitem’in varlığı kabul edilmiş ama meğer kimsenin haberi yokmuş. ( Bak sen! ) “Savcı Yüksel'in yürüttüğü soruşturmada, JİTEM adlı oluşumun, İçişleri Bakanlığının onayı olmadan ve Genelkurmay Başkanlığının görüşü alınmadan, Jandarma Genel Komutanlığının kendi inisiyatifiyle kurulduğu tespit edildi.”
Göğe Bakma Durağı
Anlatmadan anlaşılmaya âşık bir Selim’im belki ben de. Anlatmama hacet bırakmadan beni anladığını düşündüğüm bu adamlara aşkım bundan.
İlk ne zaman ve nerede denk geldim onun şiirleri ile düşünmem anlamsız çünkü önemli olan geri kalan hayatın ayrılmaz bir parçası olduğu.
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat.
9 Temmuz 2011 Cumartesi
Börek Seviciler
Babaannem geleceğim günü bilmiyordu belki ama bu yaz mutlaka geleceğime söz vermiştim. Ne kadar börek sever biri olduğumu bildiğinden bana yufka açmış. Çokça açılıp ateşte kurutulan ve yaz kış yemek için kenarda istiflenen bu güzelliğin tadına sabah varmış olmanın mutluluğu ile yazmaktayım.
8 Temmuz 2011 Cuma
-Geldim Bu-
Akşam yazmayı düşündüğüm yazıyı, evin ışıklarının sönmesiyle bilgisayar ışığına musallat olan börtü böcek nedeniyle şimdi yazabiliyorum.
Köyün ince yoluna girdiğimizde heyecanlanacağımı yazmışım ya, geçiniz efendim bunlar romantik fiyaskolar! Onca yılın üzerine hissettiğiniz genellikle garip bir şaşkınlık hali. “İndiğim yerden beni evime götürecek olan, önce keskin iniş sonra düzleşirmiş gibi yapıp kısa bir yokuşla son bulan yolu” tanıyamadığımı ve önce sağıma sonra soluma bakınıp minibüstekilerin gülmesine neden olan “ ne taraftan gidecektim ben “ sorusunu patlattığımı söylemeliyim.
Ertesi gün adsl başvurusu için Fatsa merkeze gitmem gerektiğinde minibüslerin köye çok girmemesi ve saatlerinin de belli olmaması nedeniyle evimizin yanından uzanan ince patika yoldan, önce asfalt yola çıkmak sonra da Maden Düzü denilen yere yürümek gerekti. Babam patika yolun çok iyi olmadığını ( akşam yağan yağmurun da etkisi var ) düşebileceğimi en azından patika yolun sonuna kadar bana eşlik etmek istediğini söyledi.
Yürüdüğümüz yolda sohbeti elden bırakmadık.
Sonrasında babamı çantamla beraber çamurun içinde gördüm.
Normalde bu kadar hızlı mı işliyor bilmiyorum ama ben adsl başvurusunu yapıp eve dönebilmek için minibüsün belli olmayan kalkış saatini beklerken, yetkililer çoktan gelmiş ve kurulumu yapmışlardı bile.
Küçük notlar:
Devlet ile halk arasında yer isimleri ile ilgili duvar burada da mevcut. Çok eski zamanlardan bu yana Bice olarak bildikleri yere birileri gelip Küçükkoç Köyü olsun burası demiş. Bice demekte ısrarcıyım, birçok kişi de öyle.
Fatsa merkezde dolaşırken ambulans ve toplanan kalabalık üzerine öğreniyorum ki 4. Katta balkona asılı halılardan biri, tek şansızlığı o sırada yoldan geçmek olan bir adamın kafasına düşüyor. Bazı işlerimi halledip geri dönerken, yerdeki halının tekrar balkondaki diğer halının yanında yerini aldığını şaşırarak görüyorum.
Köyün ince yoluna girdiğimizde heyecanlanacağımı yazmışım ya, geçiniz efendim bunlar romantik fiyaskolar! Onca yılın üzerine hissettiğiniz genellikle garip bir şaşkınlık hali. “İndiğim yerden beni evime götürecek olan, önce keskin iniş sonra düzleşirmiş gibi yapıp kısa bir yokuşla son bulan yolu” tanıyamadığımı ve önce sağıma sonra soluma bakınıp minibüstekilerin gülmesine neden olan “ ne taraftan gidecektim ben “ sorusunu patlattığımı söylemeliyim.
Ertesi gün adsl başvurusu için Fatsa merkeze gitmem gerektiğinde minibüslerin köye çok girmemesi ve saatlerinin de belli olmaması nedeniyle evimizin yanından uzanan ince patika yoldan, önce asfalt yola çıkmak sonra da Maden Düzü denilen yere yürümek gerekti. Babam patika yolun çok iyi olmadığını ( akşam yağan yağmurun da etkisi var ) düşebileceğimi en azından patika yolun sonuna kadar bana eşlik etmek istediğini söyledi.
Yürüdüğümüz yolda sohbeti elden bırakmadık.
- Sen bu yollarda zorlanırsın, alışkın değilsin sonuçta. Bak burası kötü bayağı ver elini.
- İyi ki gelme diye fazla ısrar etmemişim baba çünkü böyle dik olduğunu unutmuşum.
- Çantanı bana ver sen. Bizim çocukluğumuz buralarda geçti. Her taşın yerini biliriz, zamanında çok düştüğümüz için. Sen bana benzemezsin zorlan…
Normalde bu kadar hızlı mı işliyor bilmiyorum ama ben adsl başvurusunu yapıp eve dönebilmek için minibüsün belli olmayan kalkış saatini beklerken, yetkililer çoktan gelmiş ve kurulumu yapmışlardı bile.
Küçük notlar:
Devlet ile halk arasında yer isimleri ile ilgili duvar burada da mevcut. Çok eski zamanlardan bu yana Bice olarak bildikleri yere birileri gelip Küçükkoç Köyü olsun burası demiş. Bice demekte ısrarcıyım, birçok kişi de öyle.
Fatsa merkezde dolaşırken ambulans ve toplanan kalabalık üzerine öğreniyorum ki 4. Katta balkona asılı halılardan biri, tek şansızlığı o sırada yoldan geçmek olan bir adamın kafasına düşüyor. Bazı işlerimi halledip geri dönerken, yerdeki halının tekrar balkondaki diğer halının yanında yerini aldığını şaşırarak görüyorum.
5 Temmuz 2011 Salı
Fatsa Alegre
Yarın akşam Fatsa'ya gidiyorum. Babaannem ve dedemin geleceğimden haberleri yok. Özellikle geçen yıl gelmem için çok ısrar etmişler ama iki haftalık iznimin bir haftasını çalışarak geçirdiğimden yanlarında olamamıştım.
Çarşamba sabahı Fatsa Otogarı'nda etrafa biraz şaşkın şaşkın bakacağımı sonra Mağazalar Başı denilen yeri bulup köye gidecek olan ( ama saatleri belli olmayan ) minibüsleri bekleyeceğimi, yaklaşık 20 dakika sürecek yolculuk boyunca en son 10 yıl önce zihnimde kalmış fotoğraflarla o an görmüş olduklarımı karşılaştırıp yine gayet şaşkın pencereden bakmaya devam edeceğimi, köye giren ince yola girdiğimizde heyecanlanacağımı ve indiğim yerden beni evime götürecek olan, önce keskin iniş sonra düzleşirmiş gibi yapıp kısa bir yokuşla son bulan yolu, yüzümde uzun zamandır olmayan bir gülümseme ile yürüyeceğimi hissediyorum.
Hoş geleceğimi biliyorum sanki Fatsa.
Çarşamba sabahı Fatsa Otogarı'nda etrafa biraz şaşkın şaşkın bakacağımı sonra Mağazalar Başı denilen yeri bulup köye gidecek olan ( ama saatleri belli olmayan ) minibüsleri bekleyeceğimi, yaklaşık 20 dakika sürecek yolculuk boyunca en son 10 yıl önce zihnimde kalmış fotoğraflarla o an görmüş olduklarımı karşılaştırıp yine gayet şaşkın pencereden bakmaya devam edeceğimi, köye giren ince yola girdiğimizde heyecanlanacağımı ve indiğim yerden beni evime götürecek olan, önce keskin iniş sonra düzleşirmiş gibi yapıp kısa bir yokuşla son bulan yolu, yüzümde uzun zamandır olmayan bir gülümseme ile yürüyeceğimi hissediyorum.
Hoş geleceğimi biliyorum sanki Fatsa.
2 Temmuz 2011 Cumartesi
Acılarla ve Sorularla
Televizyondan bir katliamın canlı tanığı olmuştuk tam 18 yıl önce. Otelin çevresinin nasıl sarıldığını, nasıl bağırdıklarını, gözlerinin nasıl ölüm isteyerek baktığına şahit olalı 18 yıl olmuş.
Bugünlerde ise birçoğumuzun anlam vermekte zorlanacağı şeyler olmakta. Katliamda kaybettiklerimizi, artık bir acının simgesi olan Madımak Otel’inin önünde anılmasına izin verilmiyor. Bu da yetmiyor biber gazı ile müdahale etmeye kalkılıyor.
Merak ettiğim sorular var elbet…
Korktuğunuz nedir? Televizyonlardan canlı olarak izlenen, saatler süren ve insanların yakılması ile sonuçlanan bu katliamdaki aczinizin hatırlanmasından mı rahatsızlığınız?
Neden katillere dostsunuz da yaralıya, acısı olana köstek?
Katliam sözcüğünden neden bu kaçışınız? Daha ne kadar “tatsızlık, elim olay” gibi saçmalıklar yumurtlamaya devam edeceksiniz?
Daha kaç güzel canı kaybederken biz, sadece seyirci koltuğunda oturmakla kalmayıp katilimiz olacaksınız?!
Neyse ki unutturmaya yetmiyor kimsenin gücü. Bize öyle güzel şiirler, türküler, yazılar bırakmışlar ki okudukça, söyledikçe dipdiri karşımızdalar.
“.
.
yol uzun, gece kara.
ben bu garip yolculukta,
cogaldikca cogaldim.
evvel bir idim
simdi milyonla.”
Metin Altıok
Bugünlerde ise birçoğumuzun anlam vermekte zorlanacağı şeyler olmakta. Katliamda kaybettiklerimizi, artık bir acının simgesi olan Madımak Otel’inin önünde anılmasına izin verilmiyor. Bu da yetmiyor biber gazı ile müdahale etmeye kalkılıyor.
Merak ettiğim sorular var elbet…
Korktuğunuz nedir? Televizyonlardan canlı olarak izlenen, saatler süren ve insanların yakılması ile sonuçlanan bu katliamdaki aczinizin hatırlanmasından mı rahatsızlığınız?
Neden katillere dostsunuz da yaralıya, acısı olana köstek?
Katliam sözcüğünden neden bu kaçışınız? Daha ne kadar “tatsızlık, elim olay” gibi saçmalıklar yumurtlamaya devam edeceksiniz?
Daha kaç güzel canı kaybederken biz, sadece seyirci koltuğunda oturmakla kalmayıp katilimiz olacaksınız?!
Neyse ki unutturmaya yetmiyor kimsenin gücü. Bize öyle güzel şiirler, türküler, yazılar bırakmışlar ki okudukça, söyledikçe dipdiri karşımızdalar.
“.
.
yol uzun, gece kara.
ben bu garip yolculukta,
cogaldikca cogaldim.
evvel bir idim
simdi milyonla.”
Metin Altıok
1 Temmuz 2011 Cuma
İçiciyiz
Başbakan Erdoğan'ın yeğeni Mehmet Erdoğan'ın 50 kilo esrarla yakalanıp " sadece içiciyim " demesi ve serbest kalmasına şaşırmayalım. Annem de patatesi çuvalla alıyor " yiyiciyiz " sonuçta. Bunu da yiyelim!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)