15 Aralık 2011 Perşembe
9 Aralık 2011 Cuma
7 Aralık 2011 Çarşamba
Of Not Being A Jew
"Bir yanımda kıyısı kışkırtıcı
ufku muallâk deniz, bir yanımda
kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât
kimin yüzünü çevirdiysem
hüznü de sevinci kadar ıskarta…
Niye indim buraya ben?
Boşuna mıydı yol boyunca benliğime
musallat olan belâ?
Bir çevrim tamamlandı mı şimdi?
Yine mi döndüm başa?
Olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak
kimse başa dönmemiştir, dönemez
hele sen geçtiğin o ormanlar
rüyalarındaki canavarlardan sonra
çok uzaksın o ilk
fırlatıldığın zamana."
...
"Evet, ilmektir boynumdaki ama ben
kimsenin kölesi değilim
tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
tarantulaymış benim adım diyecek değilim
tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
kendime rabb bellemiyeceğim
razı değilim beni tanımayan tarihe
beni sinesine sarmayan
tabiattan rıza dilenmeyeceğim."
kimsenin kölesi değilim
tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
tarantulaymış benim adım diyecek değilim
tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
kendime rabb bellemiyeceğim
razı değilim beni tanımayan tarihe
beni sinesine sarmayan
tabiattan rıza dilenmeyeceğim."
İsmet Özel
Pera Berbangê - Arpeggio Ante Lucem
- Seni uçursunlar, azad ol, on dakika geçmesin yine kafesin geri dön. Bışkov! bu nasıl özgürlüktür, nasıl barıştır
- Güzel işler yapan, güzel adamlar var -
İzlemek için: Pera Berbangê - Arpeggio Ante Lucem
- Güzel işler yapan, güzel adamlar var -
İzlemek için: Pera Berbangê - Arpeggio Ante Lucem
20 Kasım 2011 Pazar
Kimsesiz
Bir tren ve Van uzun yılların hayaliydi ama ne gidilen şehir artık Van, ne de gidilen araç trendi. Henüz yaralarını sarmaya çalışan bir hayalet şehrin ikinci yarasına tanık olmuştum oturduğumuz çadırda. Sadece birkaç saniye içinde binaların altında kalan insanlar değildi; bir devletin duyarsızlığı, medyanın taktığı pembe gözlük, su ve ekmek telaşı, çadır, battaniye ve ısıtıcı isyanıydı tanık olunan. İmkanı olanın gittiği, kalanların ise her anlamda kimsesizlikten yakındığı bu şehir için sizin de yapabileceğiniz şeyler var. Bu güçsüz kollarıma aldırmadan yollara düşebilmişsem eminim o yollara düşebilecek daha çok güzel dost var. Özellikle depolarda ve dağıtımda görev alabilecek arkadaşlara ihtiyaç var. Gönüllü formunu doldurmanız halinde sizinle mutlaka iletişime geçilecektir.
Başvuru Formu: https://docs.google.com/spreadsheet/viewform?formkey=dFpKbUNwcTV5VGEwdE5nV2lOQXZGRXc6MQ
Başvuru Formu: https://docs.google.com/spreadsheet/viewform?formkey=dFpKbUNwcTV5VGEwdE5nV2lOQXZGRXc6MQ
14 Ekim 2011 Cuma
Peki Şimdi Nereye?
Erken dönüşümün sebebi Filmekimi'ydi. Bugün izlediğim üç film arasından daha konusunu okuduğumda seveceğime inandığım Nadine Labaki filmi "Peki Şimdi Nereye?" beni hiç yanıltmadı. Belki bu topraklarda da mayınlarla yalnızlaştırılmış köyler ve o köylerde kocasını, oğlunu kaybetmiş, yas tutmaktan yorulmuş, barış için her şeyi yapacağına inandığım kadınlar olduğunu bilmekti filmi daha güzel kılan.
Gülümseten ve ağlatan bu film için teşekkürler.
Gülümseten ve ağlatan bu film için teşekkürler.
9 Ekim 2011 Pazar
Fatisa
Yarın akşam tekrar Fatsa yollarındayım. Hava durumuna baktım ve sanırım İstanbul arkamdan su dökecekmiş. Merak buyurmasın hemen döneceğim.
Bana The Doors'un en sevdiğim parçalarından biri eşlik edecek.
Nihayetinde gerçekten insanlar, yabancı olduğumuzda tuhaf, yalnız olduğumuzda çirkinler, değil mi Fatisa?
Bana The Doors'un en sevdiğim parçalarından biri eşlik edecek.
Nihayetinde gerçekten insanlar, yabancı olduğumuzda tuhaf, yalnız olduğumuzda çirkinler, değil mi Fatisa?
6 Ekim 2011 Perşembe
Arhavi HES Protestosu
-Defolun...Defolun...Defolun
-Demokratik tepkinizi gösterebilirsiniz. Kişilere hakaret, tehdit içeren sözler söylediğiniz zaman hakkınızda adli işlem yapılacaktır.
-Lütfen gider misiniz ... Lütfen gider misiniz ... Lütfen gider misiniz
-Demokratik tepkinizi gösterebilirsiniz. Kişilere hakaret, tehdit içeren sözler söylediğiniz zaman hakkınızda adli işlem yapılacaktır.
-Lütfen gider misiniz ... Lütfen gider misiniz ... Lütfen gider misiniz
Bardak Boş
Bardağın önce dolu sonra boş tarafına bakıyorum, sonra yüzünüze, gözlerinize, hiç susmayan ama pek iyi şeyler söylemediği aşikâr olan dudaklarınıza. Gerçekten ilk kim söyledi, gidecek başka evi olmadığı için dünya güzel bir yerdir yalanını?
Fotoğraflar Nikos Economopoulos
Fotoğraflar Nikos Economopoulos
4 Eylül 2011 Pazar
İtinayla İp Atlanır
- Abla sen kaç yaşındasın?
-Kaç gösteriyorum?
-18
-Sayılarla henüz aran yok belli ama zaten 12 yılın hesabı olmaz aramızda.
-Kaç gösteriyorum?
-18
-Sayılarla henüz aran yok belli ama zaten 12 yılın hesabı olmaz aramızda.
1 Eylül 2011 Perşembe
29 Ağustos 2011 Pazartesi
22 Ağustos 2011 Pazartesi
21 Ağustos 2011 Pazar
One Minute
Erdoğan’ın 2005 yılında Diyarbakır’da “Kürt sorunu vardır ve bu benim de sorunumdur” dediği günlerden aşamalı olarak önce "Bu ülkede artık Kürt sorunu yoktur. Kabul etmiyorum. Bu ülkede Kürt kardeşimin sorunu var, ama Kürt sorunu artık yok." dediği ve son olarak “ bedel ödeyecekler” gibi çıkışlarla beraber BDP’nin de açıkça hedef gösterildiği bir döneme girildi. Yani hazmettire hazmettire “yedirilen” bir açılım söz konusu.
Hükümetin dilini iyi konuşan köşe yazarlarından Hüseyin Gülerce özet geçmiş sanki;
“Terörle mücadelede artık yeni, yepyeni bir dönem var. Yeni Türkiye, terörün belini bu defa kıracak. Bu defa yetki, sorumluluk, öncelik sivil hükümette olacak. Gulyabaniler, çeteler, karanlık odaklar kontrolünü kaybedecek. Terörle ilk defa, ‘Büyük Türkiye’ye yaraşır bir mücadele verilecek. Devletin gücünü zaafa uğratanlar devre dışı kalınca, sivil iradenin kontrolündeki polisin, jandarmanın, özel askeri birliklerin ahenkli çalışmalarıyla neler yapılacağını dost düşman herkes görecek.”
“Yeni dönem” olarak gösterilmeye çalışılan, geçmişten çok iyi bildiğimiz ve bize derinleşen acı ile beraber intikam dürtüsünden başka bir şey kazandırmamış eski bir yöntem. Ramazan ayının yüzü suyu hürmetine beklediklerini söyleyen Erdoğan, erken patlayan top ile orucunu açmış olacak ki dağ taş bombalama operasyonlarına bugün 6 sivilin ölüm haberi ile devam etmekte.
Paranoyak olmam takip edilmediğim anlamına gelmez sözünü evirip, kötü günlerin bizi beklediği düşüncesini, kötümserliğime vermiyorum artık.
Ve açıkçası korkuyorum.
Devlet eli ile yapılanlardan ziyade daha fazla kan, bomba, ölüm isteyen insanlardan korkuyorum. Medyada bu dilin kurduğu hâkimiyetten korkuyorum.
“Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” demişti ya Erdoğan, sanırım kendisi de geri kalmamak adına topyekûn çalışmalara başladı.
Sağ olmaya devam eden vatana ve O’nun arkasındaki millete hayırlı olsun.
20 Ağustos 2011 Cumartesi
Korkuyu Bekliyoruz
Sevdiğiniz bir adamın ete kemiğe bürünmesidir günlükler.
Kitaptan:
Bizim ilk günahımız belki de budur. Kapalı sistem yaratıklarının dış dünyaya karşı beslediği korkudur. Yaşama korkusudur. Fütuhat da, herkese ve her şeye boyun eğdirerek bu korkudan kurtulma çabasıdır. Dünyayı bir savaş alanına çevirdikten sonra, her yandan düşman saldırısı bekleyenlerin korkusudur. Bir şehire kapanıp, bütün ülkenin saldırısını bekleyen sarayın korkusudur bu. Sarayı kaleye çevirenlerin korkusudur. Kardeşleri tarafından öldürülmeyi bekleyen sarayın korkusudur. Her davranışın devlete yöneldiğini sanan paranoyak yöneticilerin korkusudur. Kültür korkusudur. Matbaadan, şiirden, resimden, felsefeden, hatta dinden korkmaktır bu. Halk Partisinin Köy Enstitülerinden korkmasıdır, Demokrat Partinin modern resimden korkmasıdır. Bazı solcuların modern edebiyattan, modern sanattan korkmasıdır. Halkın içinde sivrilen esnafın, eşrafın, mollanın halktan korkmasıdır. Korkunun sonu yabancılaşmadır. Yeni yazarların kelimeler icad ederek azınlık olma telaşıdır, toplumsal sorunlara eğilerek kendini tanıma korkusudur. Kavram kargaşası yaratarak temel kavramlardan uzaklaşma çabasıdır.
Temel kavramların onu bir hiçe indireceği korkusudur. Korku ortadan kalkarsa postunu kaybedeceğinden korkan tekke şeyhinin korkusudur. Bunun için müeyyideler gevşektir. Herkes korkmalıdır ama ceza da uygulanmamalıdır.Müeyyideler hayatı zehir edecek kadar korkutmalıdır ama isyan ettirecek kadar kesin olmamalıdır. Neyin ne olduğu, hangi suçun cezası ne kadar olduğu bilinmemelidir. Fakat herkes her an, suç işlediği halde kendisine taviz verildiğini hissettiği için başı önünde dolaşır insanımız. Bizim ilk günahımız budur cezalandırılmayan küçük günahların toplamı Hoşgörümüz de budur. Ayrıca devlet de aynı suçluluk duygusu içinde müeyyideleri uygulamaz. Bu bakımdan bağışlayıcıdır. Karşılıklı bir oyundur bu. Bağışlanmayan tek suç, bu oyunu fark etmek, bu oyuna karşı çıkmaktır. Gerçeği aramaktır. Bilim bunun için tehlikelidir, felsefe bunun için tehlikelidir, deneme bunun için tehlikelidir, roman ve hikaye bunun için tehlikelidir. Belirli kalıplar içinde kalan şiir bunun için tehlikesizdir. Taklitçi olmayan Batıcılık bunun için tehlikelidir. Gerçeği arayan Doğu bunun için tehlikelidir.
OĞUZ ATAY-Günlük-25 mart 1974
Kitaptan:
Bizim ilk günahımız belki de budur. Kapalı sistem yaratıklarının dış dünyaya karşı beslediği korkudur. Yaşama korkusudur. Fütuhat da, herkese ve her şeye boyun eğdirerek bu korkudan kurtulma çabasıdır. Dünyayı bir savaş alanına çevirdikten sonra, her yandan düşman saldırısı bekleyenlerin korkusudur. Bir şehire kapanıp, bütün ülkenin saldırısını bekleyen sarayın korkusudur bu. Sarayı kaleye çevirenlerin korkusudur. Kardeşleri tarafından öldürülmeyi bekleyen sarayın korkusudur. Her davranışın devlete yöneldiğini sanan paranoyak yöneticilerin korkusudur. Kültür korkusudur. Matbaadan, şiirden, resimden, felsefeden, hatta dinden korkmaktır bu. Halk Partisinin Köy Enstitülerinden korkmasıdır, Demokrat Partinin modern resimden korkmasıdır. Bazı solcuların modern edebiyattan, modern sanattan korkmasıdır. Halkın içinde sivrilen esnafın, eşrafın, mollanın halktan korkmasıdır. Korkunun sonu yabancılaşmadır. Yeni yazarların kelimeler icad ederek azınlık olma telaşıdır, toplumsal sorunlara eğilerek kendini tanıma korkusudur. Kavram kargaşası yaratarak temel kavramlardan uzaklaşma çabasıdır.
Temel kavramların onu bir hiçe indireceği korkusudur. Korku ortadan kalkarsa postunu kaybedeceğinden korkan tekke şeyhinin korkusudur. Bunun için müeyyideler gevşektir. Herkes korkmalıdır ama ceza da uygulanmamalıdır.Müeyyideler hayatı zehir edecek kadar korkutmalıdır ama isyan ettirecek kadar kesin olmamalıdır. Neyin ne olduğu, hangi suçun cezası ne kadar olduğu bilinmemelidir. Fakat herkes her an, suç işlediği halde kendisine taviz verildiğini hissettiği için başı önünde dolaşır insanımız. Bizim ilk günahımız budur cezalandırılmayan küçük günahların toplamı Hoşgörümüz de budur. Ayrıca devlet de aynı suçluluk duygusu içinde müeyyideleri uygulamaz. Bu bakımdan bağışlayıcıdır. Karşılıklı bir oyundur bu. Bağışlanmayan tek suç, bu oyunu fark etmek, bu oyuna karşı çıkmaktır. Gerçeği aramaktır. Bilim bunun için tehlikelidir, felsefe bunun için tehlikelidir, deneme bunun için tehlikelidir, roman ve hikaye bunun için tehlikelidir. Belirli kalıplar içinde kalan şiir bunun için tehlikesizdir. Taklitçi olmayan Batıcılık bunun için tehlikelidir. Gerçeği arayan Doğu bunun için tehlikelidir.
OĞUZ ATAY-Günlük-25 mart 1974
İstanbul
Bence de yüksek duvarları olmalı
bir mezarlığın
Ölülerle göz göze gelmemek için
bir mezarlığın
Ölülerle göz göze gelmemek için
12 Ağustos 2011 Cuma
İnatçı ve huysuz bir kadından
Herkese biter sözler de sana akmasa bile damlar hep. Böyle oldu şimdiye kadar. Şimdi yaşanan bu durumun söylenmiş bir sözle veya anne gibi davranmanla ( ki güzeldir bu ) bir ilgisi yok. Hayallerim üzerine yapılan eleştirinin en ağırını kolayca sırtlıyorum da alayına tahammül edemiyorum. Onca yılda haddin aşıldığını düşündüğüm tek olay yaşandı onda da konuşup hallettik zaten.
“E peki?” diyeceksin.
Bilmem, sadece sana kötülük edenden değil, sana kötülük edeni hatırlatmaya başlayandan da kaçtığın oldu mu? Artık defnettik dediğim öfke, seninle her konuşmamızda tekrar hortlamayı bildi. Belki sadece istemsiz bir hatırlatıcı olmandan değil acımı en çok gören ve en iyi bilen olmandan da kaçmışımdır.
Bencilce mi?
Çok.
Ama bu ahval ve şeraitte muhtaç olduğum kudreti bencilliğimde buldum.
İyi olmana çok sevindim. Ben nasıl olduğumu henüz kestirebilmiş değilim. Ne kadar geç yatarsam yatayım sabahları erken kalkıyorum. Kahvaltının en mutlu edici yanı babaanne ekmeği oluyor. Biraz kilo aldığım ve pantolonların düğmesi ile ufak çaplı bir kavgaya giriştiğimiz doğrudur. Hem yürüyüş olsun hem de ücretsiz kaynak suyu içme mutluluğuna erişmek için hemen hemen her gün Belen Çeşmesi’ne su almaya gidiyorum ve sanırım merkeze gitmediğim günler hayatıma kattığım en büyük değişiklik de bu oluyor. Yanıma bir ayakkabı, çok az kıyafetle bol kitap almıştım. Bolca getirdiklerimin hakkını vermeye çalışıyorum. Babaannemin adını Mistanis koyduğu misafir kedimiz ve onun yavruları buradaki nimetlerim. Daha ilk göz göze geldiğimizden beri çok sevdiğim siyah yavru ölünce “ölü sevicilik” değil de “öleceğini bildiğini sevmek” üzerine düşüncelere gark oldum.
Öyle pek anlatmaya değer şeyler de yokmuş hani.
Sen Meksika’yı toplayıp getir ve bir şişenin içine Küba havasını doldur. Başka bir ülke, başka bir hava her daim lazım değil mi?
Seni seviyorum.
İyi ol, mutlu ol.
“E peki?” diyeceksin.
Bilmem, sadece sana kötülük edenden değil, sana kötülük edeni hatırlatmaya başlayandan da kaçtığın oldu mu? Artık defnettik dediğim öfke, seninle her konuşmamızda tekrar hortlamayı bildi. Belki sadece istemsiz bir hatırlatıcı olmandan değil acımı en çok gören ve en iyi bilen olmandan da kaçmışımdır.
Bencilce mi?
Çok.
Ama bu ahval ve şeraitte muhtaç olduğum kudreti bencilliğimde buldum.
İyi olmana çok sevindim. Ben nasıl olduğumu henüz kestirebilmiş değilim. Ne kadar geç yatarsam yatayım sabahları erken kalkıyorum. Kahvaltının en mutlu edici yanı babaanne ekmeği oluyor. Biraz kilo aldığım ve pantolonların düğmesi ile ufak çaplı bir kavgaya giriştiğimiz doğrudur. Hem yürüyüş olsun hem de ücretsiz kaynak suyu içme mutluluğuna erişmek için hemen hemen her gün Belen Çeşmesi’ne su almaya gidiyorum ve sanırım merkeze gitmediğim günler hayatıma kattığım en büyük değişiklik de bu oluyor. Yanıma bir ayakkabı, çok az kıyafetle bol kitap almıştım. Bolca getirdiklerimin hakkını vermeye çalışıyorum. Babaannemin adını Mistanis koyduğu misafir kedimiz ve onun yavruları buradaki nimetlerim. Daha ilk göz göze geldiğimizden beri çok sevdiğim siyah yavru ölünce “ölü sevicilik” değil de “öleceğini bildiğini sevmek” üzerine düşüncelere gark oldum.
Öyle pek anlatmaya değer şeyler de yokmuş hani.
Sen Meksika’yı toplayıp getir ve bir şişenin içine Küba havasını doldur. Başka bir ülke, başka bir hava her daim lazım değil mi?
Seni seviyorum.
İyi ol, mutlu ol.
8 Ağustos 2011 Pazartesi
7 Ağustos 2011 Pazar
4 Ağustos 2011 Perşembe
Hafızama Not
"ekmek vardı tereyağı vardı unutacak bir şey yoktu"
Turgut Uyar
- Ne güzel doğduğun güne -
Turgut Uyar
- Ne güzel doğduğun güne -
Misafirimin misafirleri
Üç bacaksızdan bir tanesi diğerlerine göre fazla gelişmiş, köşe bucak kaçanı olduğundan diğer iki yavru misafirim bayram öncesi kapı kapı dolaşıp şeker isteme talimindeler anneleri ile beraber.
3 Ağustos 2011 Çarşamba
...
Tavana bakıp düşünmek gibisi yok. Bir de düşüncelerine müdahale etmeyen bir eğlenti bulduysan, boş bakışlarına bir seyirci vazifesi vererek biraz olsun anlamlaştıran ne âlâ.
Yattığım yerin tavanına odaklanmış boş bakışlarım bir arı ile buluşuyor önce. Köşede fazladan çakılmış bir tahtanın aralığına giriyor. Çocukken sokan arının acısını hâlâ çok net hatırladığımdan tedirgin oluyorum biraz ama ne bakışlar ne de düşünceler değişiyor.
Balıktan da beter bu bulanık hafızamda kimin söylediği belirsiz cümleler dönüp dolaşıyor:
“şimdi kuş ateşe düşmemiş olmaz”
Ateşe düştüğünde ise yanmamış olmaz. Bile isteye düşmüşsen ( ki o zaman düşmek değil atlamak olur) şikâyet olmaz. Şikâyetim yok ama yanmış etim ile sığındığım burada değişen bir şey de yok. Az konuşuyorum ve çabuk yoruluyorum yine.
Arı, girdiği köşedeki aralıktan çıkıp sanki bu yolu daha önce defalarca gidip gelmiş gibi rahat, salona açılan kapıdan geçip oradan da sevdiğim manzaraya açık pencereden dışarı çıkıyor.
Peki şimdi ne yapacağım? Hayır, arının yokluğunda tekrar boşlaşan bakışlarımı kastetmiyorum. Ben diyorum, ben ne yapacağım? Eskiden bir anlamı olsa gerek her şeyin. Şimdi o anlamları nasıl tekrar bulacağım. Bir yol haritası olsa…
Arının sesini duyuyorum. Salonun penceresinden girip odama gelmiş yine. Köşedeki tahta aralıktan tekrar içeri girip garip bir vızıltı çıkarmaya başlıyor. Bal mı yapıyor? Tek başına mı?
Çok saçma gelirdi birçok insana ama otuzlu yaşları önemli bulmuşumdur hep ve açıkçası hayalim bu yaşlarımda hâlâ neyi bekleyip neyi istediğine karar verememiş biri olmak değildi. Dönmeyi istemiyorum bu kesin olan şimdilik.
Garip vızıltılar çıkaran arı tekrar ezberlemiş bir şekilde odamın kapısından salona oradan da sevdiğim manzaraya açık pencereden dışarıya çıkıyor. Ne yaptığını bilen hali sinirime dokunmaya başlıyor. Bir amacı var, uğraşı var. Üstelik tek başına! Tekrar gelmesin istiyorum.
Kalkıyorum, kapıyı kapatıyorum.
27 Temmuz 2011 Çarşamba
Pencere
"Ey dost, ey kardeş, ey herkes! Yazın tarihini gül soykırımının"*
Ve tekrarladım sonra
"Bir pencere yeter bana"*
*Furuğ Ferruhzad
25 Temmuz 2011 Pazartesi
23 Temmuz 2011 Cumartesi
Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi
"Bu fotoğrafhanelerde hiç ölülerin resmi yok. Zaten en yakın mezarlık buraya kilometrelerce uzakta. Bu caddede ancak mesut dolaşılabilir. Yalnız bu caddede bulunmak insanı mesut etmeye kafidir. Yaşadığımı, ben de saadetimi düşünmeliyim. Şu kadar dükkanın içinde elbette beni de mesut, hiç olmazsa memnun edebilecek şeyler satanlar da yok değil ya! Şuracıkta kunduralarımı boyatabilirim. Şu kravatı pekala satın alabilirim. Yeni gelmiş şu şiir kitabı bana pekala zevkli saatler geçirtebilir. Ben de pekala şu mesut insanların fotoğraflarını çıkarttıkları fotoğrafhanelerden birine girebilir, ben de mesudum, benim de resmimi çekebilirsiniz diyebilirim. Fotoğrafçı da itiraz edemez, sizin kimseniz yok, fotoğrafı ne yapacaksınız, diyemez. Sorarsa, elbette günün birinde benim de bir sevgilim olabilir. Sizin çekeceğiniz bu en güzel fotoğraf onun çantasının gizli bir köşesinde, güzel kokular içinde yatabilir, derim."
Ziya Osman Seba
Ziya Osman Seba
22 Temmuz 2011 Cuma
Birinci Vazifen...
En möhim düşmanımız fındık farelerine karşı fındık üreticilerimiz rahat uyusun diye varsın sen. Burası yan gelip yatma yeri değil!
21 Temmuz 2011 Perşembe
Boyalı Kuş
".
.
Bazen günler geçer, Ludmilla görünmezdi. O zaman büyük bir kızgınlık, gizliden gizliye kemirirdi Lekh’in içini. Gözlerini kuşlara diker, saatlerce kendi kendine homurdanırdı. Uzun uzun ve günlerce düşündükten sonra en güzel kuşlardan birini seçerdi. Kuşu bileğine bağladıktan sonra, bir sürü birbirine karıştırıp kokulu bir boya elde eder, değişik renklerde, kutu kutu hazırlardı bu boyadan. Sonra kuşun başını, kanatlarını, boynunu ebemkuşağı renkleriyle bezer, tüylerine bir demet yabani çiçeğin gözkamaştırıcı parlaklığını verirdi.
Sonra ormanın içine yürürdük birlikte. Eper ilerledikten sonra Lekh durur, kuşu bileğinden çözüp bana verir ve ayaklarından tutarak sallamamı isterdi. Boyalı kuş söylenir durur, bağrışına gelen bir sürü kuş tepemizde dönmeye başlardı. Onlara ulaşmak isteyen tutsak debelenir, bütün gücüyle öter, boyalı boynunun içinde kalbi delice atardı.
Tepemizde yeterince kuş toplandığına inanırsa, Lekh bir işaretle tutsağı koyvermemi isterdi. Bulutların üstündeki küçük ebemkuşağı, mutlu ve özgür, kardeşlerinin gürültücü sürüsüne katılırdı. Diğerleri bir süre şaşkın bakarken benzerini görmekleri kuş, boşu boşuna kendilerinden biri olduğuna onları inandırmaya çalışırdı. Parlak renklerin iyice şaşırttığı kuşlar onu kuşkuyla inceler, sonra birbiri ardına saldırıp boyalı tüylerini gagalayıp yolmaya koyulurlardı. Tüysüz ve kan içinde kalan zavallı kuş havada duramaz düşerdi. Aynı sahne sık sık tekrarlanır, kurbanlarımızı hep ölü buluduk. Gövdelerindeki gaga izleriyle yaraları dikkatle yayar, renkli kanatlardan sızan ve boyaya karışan kan, kuşçunun eline bulaşırdı. Ama Deli Ludmilla gelmezdi bir türlü. Hayal kırıklığına uğramış somurtuk Lekh, kuşları birer birer kafesten çıkarıp boyar, acımasız, benzerlerine teslim ederdi onları.
.
."
20 Temmuz 2011 Çarşamba
Masal Zamanı
Az veya çoktu kimi zaman yükü ama eksik olmadılar hiç sırtından. Ağır veya hafif yükü ile beraber yürüdüğümüz yolda bana anlatacak masalları vardı hep. Masal diyorum çünkü çok küçük yaşlardan bu yana bana anlattığı çoğu şeye bir masaldan daha çok şaşırıyorum. Hafızam sakat olduğundan dinlediğim ve şaşırdığım çoğu masalını unutuyorum ama daha yeni anlattığı masalını unutmadan paylaşmalıyım.
Irmak kenarına çok yakın bir camiyi gösteriyor bana. Çok eskiden, yakınlarda camii olmadığından yürüyerek buraya geliyorlarmış. Betondan yapılmış, küçük camii o zamanlar ahşaptanmış. Büyük bir sel olduğunda camii sel suları ile beraber zarar görmeden sürüklenmiş. Maden Düzü köprüsüne geldiğimizde, ben Elekçi Irmağı’nı seyre dalmışken biraz ileride bir yeri işaret ederek işte oraya sürüklenmişti camii diyor. Tekrar eski yerine taşıyıncaya kadar kıblesi bile değişmeden sürüklenen bu camiye, sürüklendiği yerden gitmeye devam etmişler.
Onunla beraber yürüdüğüm yolda onun yaşına gelsem bile anlatacak hikâyelerimin azlığına ve sıradanlığına üzülürüm çoğu zaman.
13 Temmuz 2011 Çarşamba
Muhkem misin?
" Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok şey duydum ki! O görmeler yüzünden gözlerim, eşyanın yüzeyinde, ruhu özü örten o ince ve sert kabukta aşındı.Artık hiçbir şeye inanmıyorum, hatta şimdi eşyaların ağırlığından, sabitliğinden, açık seçik gerçeklerden şüphe ediyorum. Avludaki taş havana parmağımla vursam ve sorsam: sabit misin, muhkem misin? - Evet! diye cevap verse bilmem inanır mıyım!"
Kör Baykuş s. 40
Kör Baykuş s. 40
12 Temmuz 2011 Salı
Ben Ettim Sen Etme!
Bunlar sağlıksız şeyler. Yapmayın, etmeyin diye yazıyorum. Kuzineden yeni çıkmış sıcak ekmeğin ortasını açıp içine tereyağı koyup yanında çökelek suyu içmeyin. Ben ettim hem de gayet keyifle ama sen etme :)
Kerb ve Belâ
Umduğu bulduğuna düşman
Seferi bir yastaysam şimdi
O'na dileğim kerb ve belâdır
Kınından çekilmiş öfkeli
Bu ilk belâ ile
O'na yakın olan bana uzaktır.
Meçhul Öğrenci Anıtı
Eğer doğum ve ölüm arası neler yaptığını konuşuyorsak yıllarca, bir önemi olabilir mi doğduğun ve öldüğün günün?
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
-Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.
Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım
O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler
Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek
Ece Ayhan
Ece Ayhan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)