...
Tavana bakıp düşünmek gibisi yok. Bir de düşüncelerine müdahale etmeyen bir eğlenti bulduysan, boş bakışlarına bir seyirci vazifesi vererek biraz olsun anlamlaştıran ne âlâ.
Yattığım yerin tavanına odaklanmış boş bakışlarım bir arı ile buluşuyor önce. Köşede fazladan çakılmış bir tahtanın aralığına giriyor. Çocukken sokan arının acısını hâlâ çok net hatırladığımdan tedirgin oluyorum biraz ama ne bakışlar ne de düşünceler değişiyor.
Balıktan da beter bu bulanık hafızamda kimin söylediği belirsiz cümleler dönüp dolaşıyor:
“şimdi kuş ateşe düşmemiş olmaz”
Ateşe düştüğünde ise yanmamış olmaz. Bile isteye düşmüşsen ( ki o zaman düşmek değil atlamak olur) şikâyet olmaz. Şikâyetim yok ama yanmış etim ile sığındığım burada değişen bir şey de yok. Az konuşuyorum ve çabuk yoruluyorum yine.
Arı, girdiği köşedeki aralıktan çıkıp sanki bu yolu daha önce defalarca gidip gelmiş gibi rahat, salona açılan kapıdan geçip oradan da sevdiğim manzaraya açık pencereden dışarı çıkıyor.
Peki şimdi ne yapacağım? Hayır, arının yokluğunda tekrar boşlaşan bakışlarımı kastetmiyorum. Ben diyorum, ben ne yapacağım? Eskiden bir anlamı olsa gerek her şeyin. Şimdi o anlamları nasıl tekrar bulacağım. Bir yol haritası olsa…
Arının sesini duyuyorum. Salonun penceresinden girip odama gelmiş yine. Köşedeki tahta aralıktan tekrar içeri girip garip bir vızıltı çıkarmaya başlıyor. Bal mı yapıyor? Tek başına mı?
Çok saçma gelirdi birçok insana ama otuzlu yaşları önemli bulmuşumdur hep ve açıkçası hayalim bu yaşlarımda hâlâ neyi bekleyip neyi istediğine karar verememiş biri olmak değildi. Dönmeyi istemiyorum bu kesin olan şimdilik.
Garip vızıltılar çıkaran arı tekrar ezberlemiş bir şekilde odamın kapısından salona oradan da sevdiğim manzaraya açık pencereden dışarıya çıkıyor. Ne yaptığını bilen hali sinirime dokunmaya başlıyor. Bir amacı var, uğraşı var. Üstelik tek başına! Tekrar gelmesin istiyorum.
Kalkıyorum, kapıyı kapatıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder