İki aydır devam eden yağmurların üzerine, iki gündür kendini gösteren güneşli günlere merhaba.
29 Ağustos 2011 Pazartesi
22 Ağustos 2011 Pazartesi
21 Ağustos 2011 Pazar
One Minute
Erdoğan’ın 2005 yılında Diyarbakır’da “Kürt sorunu vardır ve bu benim de sorunumdur” dediği günlerden aşamalı olarak önce "Bu ülkede artık Kürt sorunu yoktur. Kabul etmiyorum. Bu ülkede Kürt kardeşimin sorunu var, ama Kürt sorunu artık yok." dediği ve son olarak “ bedel ödeyecekler” gibi çıkışlarla beraber BDP’nin de açıkça hedef gösterildiği bir döneme girildi. Yani hazmettire hazmettire “yedirilen” bir açılım söz konusu.
Hükümetin dilini iyi konuşan köşe yazarlarından Hüseyin Gülerce özet geçmiş sanki;
“Terörle mücadelede artık yeni, yepyeni bir dönem var. Yeni Türkiye, terörün belini bu defa kıracak. Bu defa yetki, sorumluluk, öncelik sivil hükümette olacak. Gulyabaniler, çeteler, karanlık odaklar kontrolünü kaybedecek. Terörle ilk defa, ‘Büyük Türkiye’ye yaraşır bir mücadele verilecek. Devletin gücünü zaafa uğratanlar devre dışı kalınca, sivil iradenin kontrolündeki polisin, jandarmanın, özel askeri birliklerin ahenkli çalışmalarıyla neler yapılacağını dost düşman herkes görecek.”
“Yeni dönem” olarak gösterilmeye çalışılan, geçmişten çok iyi bildiğimiz ve bize derinleşen acı ile beraber intikam dürtüsünden başka bir şey kazandırmamış eski bir yöntem. Ramazan ayının yüzü suyu hürmetine beklediklerini söyleyen Erdoğan, erken patlayan top ile orucunu açmış olacak ki dağ taş bombalama operasyonlarına bugün 6 sivilin ölüm haberi ile devam etmekte.
Paranoyak olmam takip edilmediğim anlamına gelmez sözünü evirip, kötü günlerin bizi beklediği düşüncesini, kötümserliğime vermiyorum artık.
Ve açıkçası korkuyorum.
Devlet eli ile yapılanlardan ziyade daha fazla kan, bomba, ölüm isteyen insanlardan korkuyorum. Medyada bu dilin kurduğu hâkimiyetten korkuyorum.
“Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” demişti ya Erdoğan, sanırım kendisi de geri kalmamak adına topyekûn çalışmalara başladı.
Sağ olmaya devam eden vatana ve O’nun arkasındaki millete hayırlı olsun.
20 Ağustos 2011 Cumartesi
Korkuyu Bekliyoruz
Sevdiğiniz bir adamın ete kemiğe bürünmesidir günlükler.
Kitaptan:
Bizim ilk günahımız belki de budur. Kapalı sistem yaratıklarının dış dünyaya karşı beslediği korkudur. Yaşama korkusudur. Fütuhat da, herkese ve her şeye boyun eğdirerek bu korkudan kurtulma çabasıdır. Dünyayı bir savaş alanına çevirdikten sonra, her yandan düşman saldırısı bekleyenlerin korkusudur. Bir şehire kapanıp, bütün ülkenin saldırısını bekleyen sarayın korkusudur bu. Sarayı kaleye çevirenlerin korkusudur. Kardeşleri tarafından öldürülmeyi bekleyen sarayın korkusudur. Her davranışın devlete yöneldiğini sanan paranoyak yöneticilerin korkusudur. Kültür korkusudur. Matbaadan, şiirden, resimden, felsefeden, hatta dinden korkmaktır bu. Halk Partisinin Köy Enstitülerinden korkmasıdır, Demokrat Partinin modern resimden korkmasıdır. Bazı solcuların modern edebiyattan, modern sanattan korkmasıdır. Halkın içinde sivrilen esnafın, eşrafın, mollanın halktan korkmasıdır. Korkunun sonu yabancılaşmadır. Yeni yazarların kelimeler icad ederek azınlık olma telaşıdır, toplumsal sorunlara eğilerek kendini tanıma korkusudur. Kavram kargaşası yaratarak temel kavramlardan uzaklaşma çabasıdır.
Temel kavramların onu bir hiçe indireceği korkusudur. Korku ortadan kalkarsa postunu kaybedeceğinden korkan tekke şeyhinin korkusudur. Bunun için müeyyideler gevşektir. Herkes korkmalıdır ama ceza da uygulanmamalıdır.Müeyyideler hayatı zehir edecek kadar korkutmalıdır ama isyan ettirecek kadar kesin olmamalıdır. Neyin ne olduğu, hangi suçun cezası ne kadar olduğu bilinmemelidir. Fakat herkes her an, suç işlediği halde kendisine taviz verildiğini hissettiği için başı önünde dolaşır insanımız. Bizim ilk günahımız budur cezalandırılmayan küçük günahların toplamı Hoşgörümüz de budur. Ayrıca devlet de aynı suçluluk duygusu içinde müeyyideleri uygulamaz. Bu bakımdan bağışlayıcıdır. Karşılıklı bir oyundur bu. Bağışlanmayan tek suç, bu oyunu fark etmek, bu oyuna karşı çıkmaktır. Gerçeği aramaktır. Bilim bunun için tehlikelidir, felsefe bunun için tehlikelidir, deneme bunun için tehlikelidir, roman ve hikaye bunun için tehlikelidir. Belirli kalıplar içinde kalan şiir bunun için tehlikesizdir. Taklitçi olmayan Batıcılık bunun için tehlikelidir. Gerçeği arayan Doğu bunun için tehlikelidir.
OĞUZ ATAY-Günlük-25 mart 1974
Kitaptan:
Bizim ilk günahımız belki de budur. Kapalı sistem yaratıklarının dış dünyaya karşı beslediği korkudur. Yaşama korkusudur. Fütuhat da, herkese ve her şeye boyun eğdirerek bu korkudan kurtulma çabasıdır. Dünyayı bir savaş alanına çevirdikten sonra, her yandan düşman saldırısı bekleyenlerin korkusudur. Bir şehire kapanıp, bütün ülkenin saldırısını bekleyen sarayın korkusudur bu. Sarayı kaleye çevirenlerin korkusudur. Kardeşleri tarafından öldürülmeyi bekleyen sarayın korkusudur. Her davranışın devlete yöneldiğini sanan paranoyak yöneticilerin korkusudur. Kültür korkusudur. Matbaadan, şiirden, resimden, felsefeden, hatta dinden korkmaktır bu. Halk Partisinin Köy Enstitülerinden korkmasıdır, Demokrat Partinin modern resimden korkmasıdır. Bazı solcuların modern edebiyattan, modern sanattan korkmasıdır. Halkın içinde sivrilen esnafın, eşrafın, mollanın halktan korkmasıdır. Korkunun sonu yabancılaşmadır. Yeni yazarların kelimeler icad ederek azınlık olma telaşıdır, toplumsal sorunlara eğilerek kendini tanıma korkusudur. Kavram kargaşası yaratarak temel kavramlardan uzaklaşma çabasıdır.
Temel kavramların onu bir hiçe indireceği korkusudur. Korku ortadan kalkarsa postunu kaybedeceğinden korkan tekke şeyhinin korkusudur. Bunun için müeyyideler gevşektir. Herkes korkmalıdır ama ceza da uygulanmamalıdır.Müeyyideler hayatı zehir edecek kadar korkutmalıdır ama isyan ettirecek kadar kesin olmamalıdır. Neyin ne olduğu, hangi suçun cezası ne kadar olduğu bilinmemelidir. Fakat herkes her an, suç işlediği halde kendisine taviz verildiğini hissettiği için başı önünde dolaşır insanımız. Bizim ilk günahımız budur cezalandırılmayan küçük günahların toplamı Hoşgörümüz de budur. Ayrıca devlet de aynı suçluluk duygusu içinde müeyyideleri uygulamaz. Bu bakımdan bağışlayıcıdır. Karşılıklı bir oyundur bu. Bağışlanmayan tek suç, bu oyunu fark etmek, bu oyuna karşı çıkmaktır. Gerçeği aramaktır. Bilim bunun için tehlikelidir, felsefe bunun için tehlikelidir, deneme bunun için tehlikelidir, roman ve hikaye bunun için tehlikelidir. Belirli kalıplar içinde kalan şiir bunun için tehlikesizdir. Taklitçi olmayan Batıcılık bunun için tehlikelidir. Gerçeği arayan Doğu bunun için tehlikelidir.
OĞUZ ATAY-Günlük-25 mart 1974
İstanbul
Bence de yüksek duvarları olmalı
bir mezarlığın
Ölülerle göz göze gelmemek için
bir mezarlığın
Ölülerle göz göze gelmemek için
12 Ağustos 2011 Cuma
İnatçı ve huysuz bir kadından
Herkese biter sözler de sana akmasa bile damlar hep. Böyle oldu şimdiye kadar. Şimdi yaşanan bu durumun söylenmiş bir sözle veya anne gibi davranmanla ( ki güzeldir bu ) bir ilgisi yok. Hayallerim üzerine yapılan eleştirinin en ağırını kolayca sırtlıyorum da alayına tahammül edemiyorum. Onca yılda haddin aşıldığını düşündüğüm tek olay yaşandı onda da konuşup hallettik zaten.
“E peki?” diyeceksin.
Bilmem, sadece sana kötülük edenden değil, sana kötülük edeni hatırlatmaya başlayandan da kaçtığın oldu mu? Artık defnettik dediğim öfke, seninle her konuşmamızda tekrar hortlamayı bildi. Belki sadece istemsiz bir hatırlatıcı olmandan değil acımı en çok gören ve en iyi bilen olmandan da kaçmışımdır.
Bencilce mi?
Çok.
Ama bu ahval ve şeraitte muhtaç olduğum kudreti bencilliğimde buldum.
İyi olmana çok sevindim. Ben nasıl olduğumu henüz kestirebilmiş değilim. Ne kadar geç yatarsam yatayım sabahları erken kalkıyorum. Kahvaltının en mutlu edici yanı babaanne ekmeği oluyor. Biraz kilo aldığım ve pantolonların düğmesi ile ufak çaplı bir kavgaya giriştiğimiz doğrudur. Hem yürüyüş olsun hem de ücretsiz kaynak suyu içme mutluluğuna erişmek için hemen hemen her gün Belen Çeşmesi’ne su almaya gidiyorum ve sanırım merkeze gitmediğim günler hayatıma kattığım en büyük değişiklik de bu oluyor. Yanıma bir ayakkabı, çok az kıyafetle bol kitap almıştım. Bolca getirdiklerimin hakkını vermeye çalışıyorum. Babaannemin adını Mistanis koyduğu misafir kedimiz ve onun yavruları buradaki nimetlerim. Daha ilk göz göze geldiğimizden beri çok sevdiğim siyah yavru ölünce “ölü sevicilik” değil de “öleceğini bildiğini sevmek” üzerine düşüncelere gark oldum.
Öyle pek anlatmaya değer şeyler de yokmuş hani.
Sen Meksika’yı toplayıp getir ve bir şişenin içine Küba havasını doldur. Başka bir ülke, başka bir hava her daim lazım değil mi?
Seni seviyorum.
İyi ol, mutlu ol.
“E peki?” diyeceksin.
Bilmem, sadece sana kötülük edenden değil, sana kötülük edeni hatırlatmaya başlayandan da kaçtığın oldu mu? Artık defnettik dediğim öfke, seninle her konuşmamızda tekrar hortlamayı bildi. Belki sadece istemsiz bir hatırlatıcı olmandan değil acımı en çok gören ve en iyi bilen olmandan da kaçmışımdır.
Bencilce mi?
Çok.
Ama bu ahval ve şeraitte muhtaç olduğum kudreti bencilliğimde buldum.
İyi olmana çok sevindim. Ben nasıl olduğumu henüz kestirebilmiş değilim. Ne kadar geç yatarsam yatayım sabahları erken kalkıyorum. Kahvaltının en mutlu edici yanı babaanne ekmeği oluyor. Biraz kilo aldığım ve pantolonların düğmesi ile ufak çaplı bir kavgaya giriştiğimiz doğrudur. Hem yürüyüş olsun hem de ücretsiz kaynak suyu içme mutluluğuna erişmek için hemen hemen her gün Belen Çeşmesi’ne su almaya gidiyorum ve sanırım merkeze gitmediğim günler hayatıma kattığım en büyük değişiklik de bu oluyor. Yanıma bir ayakkabı, çok az kıyafetle bol kitap almıştım. Bolca getirdiklerimin hakkını vermeye çalışıyorum. Babaannemin adını Mistanis koyduğu misafir kedimiz ve onun yavruları buradaki nimetlerim. Daha ilk göz göze geldiğimizden beri çok sevdiğim siyah yavru ölünce “ölü sevicilik” değil de “öleceğini bildiğini sevmek” üzerine düşüncelere gark oldum.
Öyle pek anlatmaya değer şeyler de yokmuş hani.
Sen Meksika’yı toplayıp getir ve bir şişenin içine Küba havasını doldur. Başka bir ülke, başka bir hava her daim lazım değil mi?
Seni seviyorum.
İyi ol, mutlu ol.
8 Ağustos 2011 Pazartesi
7 Ağustos 2011 Pazar
4 Ağustos 2011 Perşembe
Hafızama Not
"ekmek vardı tereyağı vardı unutacak bir şey yoktu"
Turgut Uyar
- Ne güzel doğduğun güne -
Turgut Uyar
- Ne güzel doğduğun güne -
Misafirimin misafirleri
Üç bacaksızdan bir tanesi diğerlerine göre fazla gelişmiş, köşe bucak kaçanı olduğundan diğer iki yavru misafirim bayram öncesi kapı kapı dolaşıp şeker isteme talimindeler anneleri ile beraber.
3 Ağustos 2011 Çarşamba
...
Tavana bakıp düşünmek gibisi yok. Bir de düşüncelerine müdahale etmeyen bir eğlenti bulduysan, boş bakışlarına bir seyirci vazifesi vererek biraz olsun anlamlaştıran ne âlâ.
Yattığım yerin tavanına odaklanmış boş bakışlarım bir arı ile buluşuyor önce. Köşede fazladan çakılmış bir tahtanın aralığına giriyor. Çocukken sokan arının acısını hâlâ çok net hatırladığımdan tedirgin oluyorum biraz ama ne bakışlar ne de düşünceler değişiyor.
Balıktan da beter bu bulanık hafızamda kimin söylediği belirsiz cümleler dönüp dolaşıyor:
“şimdi kuş ateşe düşmemiş olmaz”
Ateşe düştüğünde ise yanmamış olmaz. Bile isteye düşmüşsen ( ki o zaman düşmek değil atlamak olur) şikâyet olmaz. Şikâyetim yok ama yanmış etim ile sığındığım burada değişen bir şey de yok. Az konuşuyorum ve çabuk yoruluyorum yine.
Arı, girdiği köşedeki aralıktan çıkıp sanki bu yolu daha önce defalarca gidip gelmiş gibi rahat, salona açılan kapıdan geçip oradan da sevdiğim manzaraya açık pencereden dışarı çıkıyor.
Peki şimdi ne yapacağım? Hayır, arının yokluğunda tekrar boşlaşan bakışlarımı kastetmiyorum. Ben diyorum, ben ne yapacağım? Eskiden bir anlamı olsa gerek her şeyin. Şimdi o anlamları nasıl tekrar bulacağım. Bir yol haritası olsa…
Arının sesini duyuyorum. Salonun penceresinden girip odama gelmiş yine. Köşedeki tahta aralıktan tekrar içeri girip garip bir vızıltı çıkarmaya başlıyor. Bal mı yapıyor? Tek başına mı?
Çok saçma gelirdi birçok insana ama otuzlu yaşları önemli bulmuşumdur hep ve açıkçası hayalim bu yaşlarımda hâlâ neyi bekleyip neyi istediğine karar verememiş biri olmak değildi. Dönmeyi istemiyorum bu kesin olan şimdilik.
Garip vızıltılar çıkaran arı tekrar ezberlemiş bir şekilde odamın kapısından salona oradan da sevdiğim manzaraya açık pencereden dışarıya çıkıyor. Ne yaptığını bilen hali sinirime dokunmaya başlıyor. Bir amacı var, uğraşı var. Üstelik tek başına! Tekrar gelmesin istiyorum.
Kalkıyorum, kapıyı kapatıyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)