30 Haziran 2011 Perşembe
Di'li Geçmiş Zaman
İnsan mutluluğu yaşamak, mutsuzluğu yazmak istiyor.
28 Haziran 2011 Salı
...
"Ben senin kötü olduğunu
Senin kötü olduğunu
Anlamamak için
Çok çalıştım."
Birhan Keskin
Senin kötü olduğunu
Anlamamak için
Çok çalıştım."
Birhan Keskin
27 Haziran 2011 Pazartesi
Velev ki İbneyiz
Türkiye genelinde devlet eli ile girişilen "gaz bombası yemeyen kalmasın" kampanyası başarıyla devam etmekte. Sloganları ise " Her canlı birgün gaz bombasını tadacaktır ".
Şişli'de yapılan gösterilerde bolca kullandıkları gazları Taksim'de de kullanmaktan geri kalmadılar.
Tebrik eder başarılarının devamını dileriz. Güzel fotoğraflardan ise her şeye rağmen geri durmayız.
Şişli'de yapılan gösterilerde bolca kullandıkları gazları Taksim'de de kullanmaktan geri kalmadılar.
Tebrik eder başarılarının devamını dileriz. Güzel fotoğraflardan ise her şeye rağmen geri durmayız.
23 Haziran 2011 Perşembe
Ne Güzel Kadınlar Var
Evimin bütün duvarları bu güzel kadının, güzel kadınları ile dolsun isterim. Baktıkça başka bir dünyanın kapısı aralanıyor içimde ve hep o aralık kapıdan içeri bakmak istiyorum, burada gördüklerimden sıkıldıkça.
Xi Pan
Xi Pan
18 Haziran 2011 Cumartesi
Netekim!
12 Eylül süreci acı olaylarla dolu. Kaybettiğimiz gencecik insanları, yapılan onca işkenceyi ve baskılanmış koca bir halkı düşündüğünüzde göğüs kafesinize bir acı çörekleniyor ama bu noktada mizah sivritilmiş dili ile giriyor devreye.
Mustafa Kemal Zorti ile Taksim'de düzenlenen sahaflar fesivalinde tanışmıştım. Mahlas kullanılarak yazılan bu mizah kitabının asıl yazarının kim olduğu üzerine çeşitli söylentiler mevcut. Aziz Nesin duyduklarımdan bir tanesi. Bu noktada önemli olan aslında kimin yazdığı değil o dönem şartları içinde tabii ironiye de başvurularak gayet yerinde kullanılmış sivri dili.
Kitaptan bir bölümü burada da paylaşmak isterim.Kürt demekten özellikle kaçan ve "aslında onlar dağ türkleri" demekten geri durmayan bir zihniyete sinirlenmemek hatta acizliklerine gülümseyebilmek adına keyifli bir yazı. Bu arada çok uzun zamandır "kürtçe bir dil değildir" söylemine rastgelmemiştim ta ki yakın bir zamanda izlediğim tartışma programına kadar. Gerçekten merak ediyorum inkârınız nereye kadar sürecek.
Şimdi malum, orada Doğu Anadolu'da yaşayanlar var, şeyler var...Şey diyorlar ama esasında onlar şey değil, ondan değil. Onlar da Türk. Yani Dağ Türkleri.Öyle söylendiği gibi, karlı havada yürürken, kart,kurt,kar,kürt ses çıkarıyor da ondan onlara kürt deniyor değil, bu yalan, böyle şey olmaz! Ne yani kar sulu olduğu vakit de kart, kurt ses çıkar mı?...faşik, foşuk diye ses çıkar. O vakit bunlara faşik mi diyeceğiz?
Bu açıklama ilmi değil. İlim diye bir şey var. Netekim biz bunu kurduğumuz bir ilim komisyonuna baktırdık. Bakın dedik, bunlara niye şey deniyor, yani şey işte...Kürt deniyor dedik hocalara. Halbuki biliyoruz bunlar Dağ Türkleri.Adam Dağ Türk'ü, hep dağlarda dolaşıyor, o tepe senin , bu tepe benim, her yer tümsek çukur. E, şimdi bütün gün böyle dolaştı mı her yeri tutulur, akşam olunca bu Dağ Türkleri yorgun ya, adam şöyle bir geriniyor. Tabii netekim her yeri kütürdüyor, kemikleri kart, kürt diye ses çıkarıyor. İşte bunlara kürt denmesi bundan! Adam aslında Dağ Türk'ü. Bütün gün gezmeyip de ne yapsın?
Sevgili inkâr severler, kafalarını toprağa gömen deve kuşlarım alın size kahve köşelerinde, dost ziyaretlerinde, çıktığınız televizyon şöyleşilerinde kullanacağınız ilmi açıklamalar. Tepe tepe kullanınız.
Mustafa Kemal Zorti ile Taksim'de düzenlenen sahaflar fesivalinde tanışmıştım. Mahlas kullanılarak yazılan bu mizah kitabının asıl yazarının kim olduğu üzerine çeşitli söylentiler mevcut. Aziz Nesin duyduklarımdan bir tanesi. Bu noktada önemli olan aslında kimin yazdığı değil o dönem şartları içinde tabii ironiye de başvurularak gayet yerinde kullanılmış sivri dili.
Kitaptan bir bölümü burada da paylaşmak isterim.Kürt demekten özellikle kaçan ve "aslında onlar dağ türkleri" demekten geri durmayan bir zihniyete sinirlenmemek hatta acizliklerine gülümseyebilmek adına keyifli bir yazı. Bu arada çok uzun zamandır "kürtçe bir dil değildir" söylemine rastgelmemiştim ta ki yakın bir zamanda izlediğim tartışma programına kadar. Gerçekten merak ediyorum inkârınız nereye kadar sürecek.
Şimdi malum, orada Doğu Anadolu'da yaşayanlar var, şeyler var...Şey diyorlar ama esasında onlar şey değil, ondan değil. Onlar da Türk. Yani Dağ Türkleri.Öyle söylendiği gibi, karlı havada yürürken, kart,kurt,kar,kürt ses çıkarıyor da ondan onlara kürt deniyor değil, bu yalan, böyle şey olmaz! Ne yani kar sulu olduğu vakit de kart, kurt ses çıkar mı?...faşik, foşuk diye ses çıkar. O vakit bunlara faşik mi diyeceğiz?
Bu açıklama ilmi değil. İlim diye bir şey var. Netekim biz bunu kurduğumuz bir ilim komisyonuna baktırdık. Bakın dedik, bunlara niye şey deniyor, yani şey işte...Kürt deniyor dedik hocalara. Halbuki biliyoruz bunlar Dağ Türkleri.Adam Dağ Türk'ü, hep dağlarda dolaşıyor, o tepe senin , bu tepe benim, her yer tümsek çukur. E, şimdi bütün gün böyle dolaştı mı her yeri tutulur, akşam olunca bu Dağ Türkleri yorgun ya, adam şöyle bir geriniyor. Tabii netekim her yeri kütürdüyor, kemikleri kart, kürt diye ses çıkarıyor. İşte bunlara kürt denmesi bundan! Adam aslında Dağ Türk'ü. Bütün gün gezmeyip de ne yapsın?
Sevgili inkâr severler, kafalarını toprağa gömen deve kuşlarım alın size kahve köşelerinde, dost ziyaretlerinde, çıktığınız televizyon şöyleşilerinde kullanacağınız ilmi açıklamalar. Tepe tepe kullanınız.
Pineklemeye Çağrı
Duralım efendiler biraz
Koşmayalım öyle delice
Yormayalım kalbimizi
Katmerlendirip gerdanımızı
Oturalım efendiler biraz
İsteyen dikilsin gönlünce
Çökelim biz yere şöyle bir
Açalım ağzımızı ilkin
Gerelim omuzlarımızı sonra
Giderek bayıltıp gözlerimizi
Esneyelim efendiler biraz
Aldırmayalım öyle üçe beşe
Yayalım göbeğimizi iyice
Dönelim sırtımızı işe akla
Acıyan çıkmaz sonra halimize
Vakitken çocuklar büyükler henüz
Pinekleyelim pinekleyelim
Horlayalım efendiler biraz
Koşmayalım öyle delice
Yormayalım kalbimizi
Katmerlendirip gerdanımızı
Oturalım efendiler biraz
İsteyen dikilsin gönlünce
Çökelim biz yere şöyle bir
Açalım ağzımızı ilkin
Gerelim omuzlarımızı sonra
Giderek bayıltıp gözlerimizi
Esneyelim efendiler biraz
Aldırmayalım öyle üçe beşe
Yayalım göbeğimizi iyice
Dönelim sırtımızı işe akla
Acıyan çıkmaz sonra halimize
Vakitken çocuklar büyükler henüz
Pinekleyelim pinekleyelim
Horlayalım efendiler biraz
Salah Birsel
15 Haziran 2011 Çarşamba
Tarihimden Notlar
+13
Henüz 5-6 yaşındayken, yaşadığımız bodrum katının arka tarafına bakan bölümünde ( elbet balkon denemez olsa olsa iki taraflı beton blok kaplı bir çukur ) annem hindi beslemeye karar vermiş.
( Burada bir es verip şunu eklemek isterim; daha sonraki yıllarda anneme neden bir hindi aldığını sordum, tabii “noel için miydi yoksa “ diye sırıtmayı ihmal etmeyerek. Tavuk, horoz besleyenleri görüyordum ama hindi garip gelmişti. Neden şaşırdın ki anakonda da besleyebilirdim pekâlâ! demek yerine sadece gülümseyip pazarda satıldığını ve çok sevip aldığını söyledi.)
( ki burada bir es daha verip hindinin benim ebatlarıma kısa sürede gelmiş olduğunu ayrıca belirtmeliyim )
Yaklaşmamın yasak olduğu bu ( benim için) devasa hayvanın yanına bir şekilde sığışıvermişim. ( Evet, bu benim tarihimde yediğim ilk yasak meyve! ) Kendimce bir aksiyon yaşamak istemiş olacağım ki balkon diyemediğim o garip arada bulunan çalı süpürgesinden parçalar koparmışım ve hindiye uzatmışım. Tamam, yaptığım gayet salakça ama hindinin uzattığım o uzun çalıları bütün bütün yemiş olmasına ne demeli! “Kötülüğe giden yol iyi niyet taşlarıyla döşeliymiş anne” demeyi isterdim yemek borusu delinen hayvanı, mundar olmaması adına keserlerken.
13 Haziran 2011 Pazartesi
Kör Baykuş
Bazı kitapların benim için ayrı bir anlamı ve arada tekrar alınıp okunan altı çizili sayfaları var. Bu kitaplar listemden ilk aklıma gelenler Aylak Adam ve Tehlikeli Oyunlar'ın yanı sıra Kör Baykuş'tur.
Kör Baykuş'un ilk sayfasından ruh haline de uygun bölümünü burada paylaşmış olalım.
Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.
Kimseye anlatılmaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. Tek ilaç şarap yardmıyla unutmaktır; afyonun ve uyuşturucu maddelerin sağladığı sahte uykudur. Ama ne yazık ki bu tür devaların da etkileri geçicidir, acıyı kesecekleri yerde çok geçmeden daha da şiddetlendirirler.
Acaba bir gün bu metafizik olguların, ruhtaki bu kendinden geçme halinde ve uykuyla uyanıklık arasında beliren gölgeler yansımasının sırrı anlaşılacak mı?
Ama ben bunlardan bir tanesini anlatmakla yetineceğim, başımdan geçti bu ve beni öyle sarstı ki aslâ unutamam. Ömrüm oldukça, ezelden ebede, insan kavrayışının ötesindeki o dünyaya ulaşacağım âna kadar, onun o uğursuz izleri hayatıma hep zehir akıtacak. “Zehir” diye yazdım ya, onun damgasını her zaman bağrımda taşıdığını, taşıyacağımı söylemek istiyorum.
Çalışacağım yazmaya, aklımda kalanları, olaylar zincirinden zihnimde kalanları yazmaya. Belki genel bir sonuca varırım, hayır, fakat içim rahat eder, inanabilirim kendim. Çünkü benim için hiç önemi yok, inanmış inanmamış başkaları. Lâkin tek korkum: yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan. Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar vermişsem bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak istediğidir.
-Gidiyorum Bu-
Butimarı bilir misiniz?
Deniz suyu içerek yaşayabilen bu kuş, her gün deniz kenarına gidip, sessizce oturup, çok sevdiği denizi seyredermiş. Deniz bir gün kurursa diye endişelenen butimar bu tasa ile deniz suyundan içemez olmuş ve ölmüş.
Hayatı sadece ben değil sanırım bir çoğumuz, dışarıdan bakıldığında gereksiz görülebilecek bu endişelerle ve sessizlik içinde devam ettirmekte. Sessizliğimi şimdilik yazı ile bozuyorum ama endişelerime artık bir son veriyorum. Butimar yerine turnalara öykünüp İstanbul’u arkamda bırakıyorum.
On yılı aşkın zamandır görmediğim Fatsa yollarına düşüyorum.
“Can yakan” ve bu can acısını bana hatırlatan her kim ve ne varsa geride bırakarak.
Bu bir gidiş yazısıdır.
29 yıldır evini arayan kadının, evine varabilmek için attığı küçük bir adımdır.
12 Haziran 2011 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)